Köşe Yazımız Yayında – Literatür Taramaları

Türk Romanında Roman Figürü: Mitos, Ötekileştirme ve Sosyal Yansıma

 

İsmail Gezgin “Homo Narrans: Mit, Masal ve Hikâyenin Arkeolojisi” kitabında insanın anlatma ihtiyacını şu cümlelerle açıklar: “İnsan kendi anlatısıdır; onun bedeni, dünyası, yaşamı ve kültürü hem ürettiği hem de içinde rol aldığı mitler ve masallarda varlık bulur. Senaryosunu kendi yazdığı bir yaşamı ölmek istemeden yaşayıp ölen insan, hem yaşamına hem de katlanamadığı ölüme anlam yükleme çabasıyla dilin ipine sarılarak kendini anlatıların kör kuyularına bırakmıştır. Belki de bu yüzden Homo sapiens bir Homo narrans’tır yani hikâye anlatan insandır.”

 

Tüm bu paragrafı düşündüğümde aklıma insanın dilin ipine sarılarak anlattığı hikâyelerde Romanların yerinin ne olduğu sorusu geldi. Romanlar anlatandan çok anlatılan konumundadırlar ve Türk edebiyatında Roman figürünü tarihsel süreç içinde değerlendirmek gerekirse toplumun derin dinamiklerini yansıtan bir ayna olduğunu söylemek gerekir.

Romanları konu alan ilk eser olma özelliği taşıyan Ahmet Mithat Efendi’nin “Letaif-i Rivayet” serisinin on beşinci kitabı olan “Çingene” Osmanlı toplumundaki Romanların durumunu anlatan güzel bir örnektir. “Çingene” adlı eserde; varlıklı bir aileden gelen Şems Hikmet Bey eğlenmek için gittiği bir yerde Roman kızı Ziba’ya âşık olur. Bir Roman kızına âşık olmasını ailesinin ve arkadaşlarının onaylamayacağını bildiği için Ziba’yı eğiteceğini söyleyerek bir tanıdığının konağına hizmetçi olarak yerleştirir. Bir yıl boyunca görgü ve musiki dersleri alan Ziba, herkesi şaşırtacak kadar değişerek bir “hanımefendiye” dönüşür.

Ahmet Mithat Efendi’nin “Çingene” romanı, bir Roman kızının “medenileştirilme” çabasını konu alıyor. Kitapta Romanlar: “göçebe, eğlendirici, dilenci, terbiye görmemiş, medeniyetten mahrum, cahil, insan yabanisi, pis” olarak tanımlanıyor. Hatta kitabın bir yerinde geçen, “Bir güzel kız senin gibi yılışık olmamalı. Gayet ağırbaşlı olmalı. Yüzsüzcesine sözler ile kendi kadrini, kıymetini düşürmemelidir.”(syf.467) nasihati ve daha buna benzer pek çok diyalog anlatıcının da Romanlara yönelik genelleyici yargılara sahip olduğunu ve kitabı yazmadaki amacın Romanlara yönelik negatif algıları değiştirmek değil; eğitim ile bir Roman kızının “bile” medenileşebileceğini anlatıyor.

Türk Edebiyatında Ahmet Mithat Efendi’nin “Çingene” kitabı ile başlayan Roman imgesi ve önyargısı Melih Cevdet Anday’ın “Raziye”, Hüseyin Rahmi Gürpınar’ın “Kıpti Düğünü”, Halide Edip’in “Çingene Kızı” romanı ile devam eder. Tüm romanlardaki Roman karakterler “pis, dilenci, güvenilmez, cahil, küfürbaz, kavgacı, eğitimsiz, dinsiz, sanattan anlamayan, insanları alaya alan” kişiler olarak damgalanır.

Tüm bahsedilen eserleri değerlendirdiğimizde Romanlar, çoğu zaman yaşamın kıyısında, toplumun kenarında var olan bir karakter olarak çıkar karşımıza. Olumlu şekilde yansıtılan eserlerde genel anlatım tarzı, toplumda yerleşik olan önyargıları pekiştirici bir nitelikte, egzotik bir varlık olarak sunulur. Sıklıkla, müzik ve dansın büyülü dünyasında hayat bulan; her bir nota, her bir dans figürü ile özgürlüğün ve tutkunun temsili olarak sunulan, gizemli bir aura taşıyan Roman figürü, romantik bir mitos olarak edebiyatın derinliklerine yerleşmiştir. Ancak sayfaların arasında rastladığımız rengârenk peştemallerle melodik ezgilerin ardında, sosyal ayrımcılığın ve ötekileştirilmenin acımasız yüzü yatar. Romantik hayallerle örtülen gerçeklikleri, çoğu zaman yüzeysel bir bakış açısıyla sınırlıdır, pek çok eserde Roman
karakterler klişelere ve stereotiplere mahkûm edilmiştir.

Olumsuz eserlere baktığımızda ise sıklıkla kaotik aşk hikâyeleri içinde tutkulu ama geçici aşkların öznesi ve sığ ilişkiler içinde kaybolmuş figürler olarak tasvir edilen; eğitimsiz, cahil, karanlık sokaklarda dolanan güvenilmez figürler olarak sunulan Romanlar; hikaye anlatan
insanın senaryosunun ‘’kurbanı’’ olmuştur.

YAZAN: AYBÜKE PEHLİVAN

 

 

 

Yazının başına dön

 

Daha fazla bilgi için tıklayın

Cevap bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.