Ulusal Literatür Taramaları

Değişen Zaman ve Değişmeyen Çingene Algısı: Drina Köprüsü


Romanlarla ilgili kitap ve yazılarda nefret söylemlerini tespit etmek ve eleştirmek genellikle kolaydır. Ancak kimilerinde farkına bile varılamayan, daha ince bir nefret dili de bulunmaktadır. Bu durum, en başarılı, çok okunan ve hatta ödüllü eserlerde bile karşımıza çıkabilir. Bu eserlerden biri de, Nobel ödüllü Ivo Andrić’in çok sevilen “Drina Köprüsü” kitabıdır.

Andrić, kitabında, Drina Köprüsü’nün ve bölge insanının 350 yıllık serüvenini anlatır. Ancak zamanla değişmeyen tek unsur Çingenelerdir. Kitap boyunca Çingeneler, her türlü pis işi yapan, güvenilmez ve sevimsiz bir imajla tasvir edilir. Bu önyargı, anlatılan çağlar boyu sürekli olarak korunur. Dahası, Çingenelere dair olumsuzluklar, davranışlarından ziyade fiziksel özelliklerine dayandırılır. “Ne sen ne de o keçi boklu suratlı çingene karşıma çıkmayın.” (s.51) gibi ifadelerle ten renklerine kadar hakaret edilir.

Romanların tarih boyunca pek çok devlette, başkalarının yapmak istemediği ya da çekindiği işleri yapmak zorunda bırakıldığı bilinir. Romanda da bu tarihsel gerçeklik yansıtılmış, ancak bir nefret diliyle süslenmiştir. Drina Köprüsü’ne zarar veren bir gayrimüslimin kazığa oturtulması görevini üstlenen kişilerden birinin Roman olması ve etnik kimliğinin özellikle vurgulanması dikkat çekicidir. Suçlulara işkence etmek üzere aracı olarak Çingenelerin kullanılması, çok yaygın bir önyargının ürünüdür.

Kitapta dikkati çeken bir diğer ayrıntı, “Çingene” kelimesinin her zaman küçük harfle yazılmasıdır. Oysa diğer etnik gruplar ve milletler yazım kurallarına uygun bir biçimde büyük harfle yazılmıştır. Çingene kelimesinin ısrarla küçük harfle yazılması, bunun bir yazım hatası değil, bilinçli bir tercih olduğunu düşündürmektedir.

Romanda, Hristiyan bir karakterin kazığa oturtulmasından sonra cenazesinin uygun bir şekilde defnedilebilmesi için Çingene ile anlaşan bir köylü, şu ifadeleri kullanır: “Karşımdaki çingenenin ne dini var, ne imanı. İnsan onunla ne arkadaş, ne dost olabilir. Ne yerde, ne gökte hiçbir kutsal şey üzerine yemin edemez.” Bu cümleler, romandaki Çingene tasvirlerinin adeta bir özetidir. Köylü, cenaze için anlaştığı yedi
kuruşu verdikten sonra bile şüphelerini sürdürür: “Çingene elinde kaç kuruş olduğunu nereden bilecekti?” (s.61).

Yazar, Çingeneyi kazıklayan köylünün etnik kimliğini belirtme gereği duymaz. Ancak Çingene karakterlerinin kötü hasletleri hep etnik kimlikleriyle birlikte ele alınır.

Romanda Sırbistan’a savaş açıldığının ertesi günü hükümete yardım etmek ve isyankar Sırpları yakalamak için kurulan Schutz Korps çetelerinden bahsedilirken şu ifadeler kullanılır: “İçlerinde çingeneler, sarhoşlar ve her çeşit serseri vardı. Gençliğinde iğrenç bir hastalıktan burnu dökülmüş, işsiz güçsüz, namussuz bir çingene olan Huso Kokoşar, on kadar baldırı çıplağın başına geçmiş, uzun süngülü, eski sistem Werndl tüfeklerle çarşı başında söz sahibi olmuştu” (s.312). Burada da, başıbozuk ve işe yaramaz kişilerin lideri olarak bir Çingene tasvir edilmiştir. Huso Kokoşar’ın betimlenmesinde, hastalıkları, yoksulluğu ve hırpani fiziksel görünümü ön planda tutulur.

Ayrıca, romanda Çingeneler daima bir alt sınıfı temsil eder. Cesaret bile Çingenelerle kıyaslanır: “Çingenelerden daha az cesur görünmekten korkuyorsun” (s.315) ifadesinde olduğu gibi, Çingeneler “bile” vurgusuyla önemsizleştirilir.

Sonuç olarak, dünyaca ünlü ve çok sevilen bir eser olan “Drina Köprüsü”, Romanların haksızca damgalanmasının çarpıcı bir örneğidir. Romanlar, bu eserde de her kötülüğün sebebi ya da aracı olarak tasvir edilmekten kurtulamamıştır.

Yazan: Sevde Uzunca
Севде

Cevap bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.